Hepimizi derinden etkileyen bir filmdir 12 Öfkeli Adam filmi. 1957 yılında yapılmış, birçok yargıç, savcı, avukat ve hukuk insanının kalıp ve ön yargılarını sergileyen bir şaheser. Filmi izledikten sonra çoğumuzun tepkisi hep aynıydı. “Adamlara bak be, ne film yapmışlar” ya da “Abi bu film hukuk fakültelerinde ders olarak okutulmalıdır!”

12 Öfkeli Adam

Filmin ana konusu belli. Babasını öldürmekle suçlanan 18 yaşındaki bir genç idama mahkum edilmiştir. Suçun en büyük delili olay yerinde bulunan bir bıçaktır. Bıçak ise sanığın kaybettiğini söylediği bıçakla birebir aynıdır. Üstelik kendini şahit sanan kişiler de vardır. Hal böyle olunca sanık için cezanın onanması neredeyse kaçınılmazdır.

Şehrin saygın kişilerinden 12 kişi jüri olarak seçilmiştir. Kararın onanması için 12 kişinin ‘oybirliği’ oyu gerekmektedir. Jüri üyeleri meşhur 228 numaralı odaya kapanır ve filmin asıl sosyo-psikolojik süreci başlar. İlk oylama yapılır. 11 kişi birden genci suçlu bulurlar. Ancak bir kişi, filmin kahramanı Davis (Henry Fonda) suçsuz bulur.

Lafı daha fazla uzatmayayım. Davis’in itirazı ile saatlerce süren tartışma faslı başlar. Deliller teker teker tartışılır. Jüri üyelerinin değişen psikolojileri mükemmel bir şekilde yansıtılır. Zaten filmi uçuran anlarda bu sahnelerdir. En nihayetinde jüri üyeleri gencin suçsuz olduğuna ‘oybirliği’ ile karar verirler.

Buraya kadar her şey güzel…

12 Öfkeli Adam Filminde Gerçek Katil Kim?

Filmin kurgusunu ve senaryosunu hazırlayan Reginald Rose, böylesine bir başyapıt ortaya çıkarırken gerçek katili bize neden göstermez?

Bu konu hakkında da çeşitli platformlarda tartışmalar yapılmıştır.

Bana göre ise ‘Gerçek katil kim?’ sorusunun cevabını Reginald Rose yine filmin içinde sunmaktadır. Tabi ki bu kendi yorumum ancak sonuna kadar buna inanıyorum. Peki gerçek katil kim mi?

Filmi izleyenler hatırlayacaktır. Lee Cobb’un canlandırdığı Jüri 3 amca en sonuna kadar gencin katil olduğunu iddia etmiştir. 11 kişi suçsuz olduğunda dahi direnmiştir. Film boyunca stresli tavırları, gerilimli konuşmaları ve toplantının bir an önce bitmesi çabaları aşikardır.

Ancak gözden kaçmaması gereken bir nokta daha vardır. Amcamız sık sık kendi oğlu ile yaşadığı aile içi gerilimlere atıflarda bulunur. Oğlunun sorunlarını, vurdumduymazlıklarını, hadsizliklerini dile getirir. Üstü örtük bir şekilde sanık üzerinden oğlunu da suçlu ilan etmektedir. Ama baba yüreği, ne yaparsınız, içten içe de oğlunu affetmektedir. Filmin sonuna doğru ise çileden çıkar ve cüzdanını masanın üzerine fırlatır.

Ekranda bu görüntü çıkar. Jüri odaya kapandıktan sonra ilk defa oyuncuların dışında birisi ekrana taşınmıştır. Üstelik tek bir fotoğraf karesiyle. Baba kızgın oğlunun fotoğrafını parçalar ardından. Sinir krizine girer, ağlar ve en sonunda yargılanan genç için ‘not guilty’ yani suçsuz der.

Sizce bu final sahnesi tesadüf mü? Bence hayır. Çünkü yargılanan gencin suçsuz ilan edilişi, gerçek katil arayışlarını başlatacaktır. Bence gerçek katil Jüri 3’ün oğludur. Sanık şayet suçlu ilan edilseydi, dosya kapanacak ve oğlu kurtulacaktı. Ancak kapanmadığı için oğlunun yakalanması söz konusu olmuştur. Jüri 3’ün finalde çileden çıkması ve ağlayarak ‘not guilty’ demesi bu yüzdendir. Tabi ki bu benim yorumum. Keşke rahmetli Reginald Rose aramızda olsaydı ve bu sorumuza yanıt verseydi.

Samet Baysal

Son not: Başlarda kısa bir süre hariç tamamı bir odada geçen bir senaryo yazmak da ayrı bir kafa. Ne yalan söyleyeyim. Ben böyle eser yazmaya ne cesaret eder ne de yayımlatabilirdim. Ancak gölge yazar veya hayalet yazar olarak şansımı deneyebilirdim.

Kategoriler: Yorum