“İnsanlar doğar, ölür ve sonra büyür.”

Belediyeye yaptığım milyonlarca iş başvurusunun ardından, güvenlik görevlisi olarak bir mezarlığa atandığımı öğrendiğimde, minyatür filozof Alper Kamu’nun bu cümlesi geldi aklıma. “İnsanlar doğar, ölür ve sonra büyür.” Yeni işimi küçümsememek adına güzel bir fukara tesellisiydi benim için. Büyükleri koruyacaktım artık.

Kutsal görevimi devralmak için, emekliye ayrılan yaşlı mezarlık bekçisi ile köhne bir çay ocağında buluştuk. İhtiyar bekçi beni görünce, gayet resmi bir şekilde ayağa kalkıp elini uzattı ve “Merhaba genç adam, halefim sensin sanırım, ben kadrolu mezarlık bekçisi Memati Kabirsiz” dedi. İhtiyarın ismini duyunca, taşımış olduğu gurura saygı duydum doğrusu. Memati Kabirsiz. Doğuştan mezarlık bekçisi böyle olsa gerek. Ortadoğu ve balkanların vazgeçilmez ismi. Hem de kadrolu.  “Merhaba” dedim, “Ben de Fani Fanioğlu, sizinle tanışmak ne büyük bir şeref!”

Memati Kabirsiz, hiç vakit geçirmeden kırk yıllık bekçilik hayatının en ince detaylarını gayet babacan bir şekilde aktarmaya başladı.

“Bak evlat. Sabahları ilk işin yoklama almak olsun. Akşam giderken de öyle.”

“Hayırdır, ölülere içtima mı yaptırıyoruz yoksa, boy sırasına da geçireyim mi?”

“Hayır evlat, gerek yok boy sırasına. Yoklamanı vakitlice al yeter. Zaten kimsesizler mezarlığı bu. Ziyaretçisi olmaz. Toru topu kırk kişi yatıyor. En son geçen yıl bir defin işlemi gerçekleştirdik ve maksimum kapasiteye ulaşıldı. Mezarlıkta başka da yer yok. İşin rahat anlayacağın.”

“Kırk yılda kırk mezar. Ne mükemmel bir istikrar. Önümüzdeki kırk yılda herhangi birisi canlanmazsa problem yok yani.”

“Aynen öyle evlat. Gerçi boş yer olsaydı iyi olurdu senin için. Mermercilerle anlaşır, ayarladığın her mezar başına bir miktar komisyon alırdın. Üstelik senin mezarını da promosyon olarak yapıyorlar.”

“Sağlık olsun, en azından kadroluyum bende!”

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde mezarlığa gittim. Küçük kulübeye yerleştikten sonra mıntıka kontrolüne çıktığımda şaşırtıcı bir görüntüyle karşılaştım. Mezarlardan birisi açılmış ve tepesinde kazma ile kürek bulunan toprak yığını çukurun sağ tarafına taşınmıştı. İlk güne özel, ne güzel bir sürpriz. Müstakbel ölü dostlarımdan hoş geldin pastası.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Kendimi toplar toplamaz mezar taşındaki isme baktım. Mukaddes Keskinkalem, Emekli Öğretmen,  Ölüm Yılı: 2001. Vakit kaybetmeden belediyenin mezarlık işleri şubesini aradım ve sabah yoklamasında Mukaddes Keskinkalem’in firari olduğunu, toprağın halen sıcak durduğunu ve çok uzaklaşmış olamayacağını bildirdim. Tabi bunun ardından, akıl sağlığımın yerinde olduğunu da ispatlamak zorunda kaldım. Sonunda bana inandılar.

Yaklaşık yarım saat sonra yetkililerle birlikte karakol ekipleri geldi. Üstün körü boş mezarın etrafını gezdikten sonra resmi kıyafetli polis memurlarından birisi gayet soğukkanlılıkla teşhisi koydu: “Buralara bir sürü çocuk geliyor, oyun oynamak için kemikleri almışlardır. Çok geçmez, akşama getirip bırakılar.”

Tecrübeli ceset avcısının çözümlemesi kimseyi tatmin etmemiş olsa gerek, birkaç saat sonra olay yeri inceleme ekipleri ve kriminal uzmanları geldi. Mezarlığın yarısına kadar sarı renkteki “girilmez” şeritleri ile donatarak incelemelerde bulundular. Kazma, kürek ve toprak numunelerini delil poşetlerine koyup götürdüler. Geriye ise içi açılmış mezar ve etrafı sarı şeritlerle çevrilmiş toprak yığını kalmıştı.

Birkaç gün sonra Mukaddes Keskinkalem’in unutulduğunu düşünmeye başlamışken, yerel gazetelerin üçüncü sayfalarında kayıp ceset haberlerini gördüm. Çok geçmeden haberler önce sürmanşetlere, ardından manşetlere taşındı. Feysbuk ve tivitırda emekli öğretmen Mukaddes Keskinkalem’in eski öğrencileri olarak sayfalar açıldı ve cesedinin bulunması için kampanyalar düzenlendi.

Baskılara dayanamayan yetkililer, cinayet masası dedektiflerinden oluşan uzman bir ekip görevlendirdiler. Bilmem kaç parça kemiğin her birinin bulunması için emirler yağdırdılar. Önceden fail arayan dedektifler, kayıp bir ceset aramaya koyuldular. Günler geçti gitti ama herhangi bir ize rastlayamadılar. Sosyal medyada oluşan kamuoyu baskısını azaltmak isteyen yetkililer çeşitli açıklamalarda bulunmak zorunda kaldılar. Önce Mukaddes Keskinkalem’den düşük not almış öğrencilerin intikam almak için yaptıklarını iddia ettiler. Hemen ardından “Mukaddes Keskinkalem’den Düşük Not Almış Öğrenciler Platformu” kuruldu ve bu açıklamayı reddettiler. Bunun üzerine yetkililer Mukaddes Keskinkalem’in yasak aşklarını bahane gösterdiler. Eski sevgililerinden şüphelendiklerini ve detaylı incelemelerin başlatıldığını bildirdiler. Kısa sürede bu tezler de çürüyünce, akli dengesi yerinde olmayan müptezeller ile mezarlık kedilerini mercek altına aldıklarını, kısa sürede cesedin bulunacağını söylediler.

Birkaç gün sonra sosyal medyada mezarlığın yerine alışveriş merkezi yapılacağı dedikoduları yayıldı. Yıllardır kimsenin uğramadığı mezarlıkta bir sabah çadırlar kurulmaya başladı. Mezarlığın duvarlarında #direnmezar ve #direnceset yazılamaları yapıldı. Gün geçtikçe çadırların sayısı arttı; kantin, kütüphane ve revirler yapıldı. Ölülerin mekânında canlılar hayat bulmaya başladı. Yetkililer tarafından AVM dedikoduları yalanlandı, marjinal ölüler ile mezarlık kedilerine dikkat çekildi, “gaza gelmeme” uyarıları yapıldı. Uzman dedektiflerin yerini çevik kuvvet aldı, uzun zamandır ilaçlanmayan mezarlık, gaz bombaları ile ilaçlandı. Televizyon kanallarında penguenlerin iç organlarının tanıtımı bitince, fok balıklarının küresel ısınmaya karşı olan direniş görüntüleri yayınlandı. Tivitırda Mustafa Keser’in askerleri göreve, feysbukta Mahmut Tuncer’in askerleri halaya çağrıldı. Jöle sponsorluğundaki “bağzı” gazeteciler tarafından, olayların yurt dışı kaynaklı olduğu, Mukaddes Keskinkalem’in cesedinin, “Mabet Yıkıcıları” olarak bilinen Vahhabi inançlı ajanlarca kaçırıldığı anlatıldı. Çare Drogba da arandı; Ajda Pekkan sanatı, Fatih Terim Galatasaray’ı bıraktı. Piyasaya Mukaddes Keskinkalem’in anılarını anlatan kitaplar çıktı. Mukaddes Okulda, Mukaddes Evde, Mukaddes Mezarda belgeselleri yayınlandı. Bütün uğraş ve ihtimallere rağmen Mukaddes Keskinkalem’in cesedinden bir ize ulaşılmadı.

Uzunca bir zaman geçtikten sonra ortalık duruldu ve kimsesizler mezarlığı yeniden kimsesizlere bırakıldı. Kulübemde ünlü öğretmen “Mukaddes Keskinkalem’in Aşk Anıları” isimli kitabı okurken, kadrolu bekçi Memati Kabirsiz’in ölüm haberini aldım. Hatta meslek hayatındaki üstün başarılarından dolayı açık duran boş mezarı ona tahsis etmişler. Promosyon mezar da hazırlanmaya başlamış. “Buyursun gelsin” dedim kendi kendime. Ve birden kayıp cesedi onun aşırmış olabileceği ihtimali geldi aklıma. Tabi ya, kesinlikle onun işi. Hemen boş mezara da yerleşiyor işte. Beleş mezar kuramlarının sembol ismi. Sonra nasihatleri geldi aklıma. “Yoklamanı vakitlice al evlat”.

Kırk kişilik listenin en altına Memati Kabirsiz’in ismini de ekleyip çıktım kulüben. Mezar taşlarını teker teker kontrol ederken, mezarlığın en ücra köşesinde ikinci bir Mukaddes Keskinkalem mezarı gördüm. Yaklaştım. Yazıları diğerine göre biraz daha silik, ama net bir şekilde okunan Mukaddes Keskinkalem. Bütün mezarları sayınca, olaylı mezarla birlikte kırk bir tane mezar bulunduğunu fark ettim. Mukaddes Keskinkalem yerli yerinde duruyordu aslında. Ardından tekrar Memati Kabirsiz’in nasihatleri geldi geldi aklıma. “Yoklamanı vakitlice al evlat”.

Memati Kabirsiz. Bir musibet bin nasihat denklemlerinin sembol ismi. Karşımda Mukaddes Keskinkalem, hayalimde Memati Kabirsiz şaşkınlıkla beklerken “Büyüksünüz” dedim kendi kendime. Gerçekten büyük. Ve sonra Alper  Kamu’nun cümlesi geldi aklıma.

“İnsanlar doğar, ölür ve sonra büyür.”

Kategoriler: Öykü/Deneme